Genetik Muhendisliği
GENETİK MÜHENDİSLİĞİN ETİKSELLİĞİ
- Bence, modern çağın en önemli buluşlarından biri olan bu tekniğe karşı çıkmak, etik açıdan bakarsak büyük bir “günah”tır. Ve zaten önlenmesi de artık olanaksızdır. Bu bilimsel araştırmalara 52 yıldan beri o kadar zaman harcandı, o kadar büyük yatırım yapıldı ve elde edilen bilgilerin insanoğluna sağlayacağı yararlar o denli belirgin hâle geldi ki, 21’inci yüzyıldaki dört büyük teknolojiden birinin genetik olacağı artık gün gibi ortadadır.
- Diğer üçü hangileri?
- Yapay zekâ, nano teknoloji ve uzay teknolojileri. Klonlama ilk kez havuç bitkisinde başarılmıştı. Bitki klonlama teknolojisindeki bu başarılar 1952’de kurbağalardaki klonlamaya kadar devam etmişti. 1970’lerde fare, 1973’de sığır ve 1979’da koyun klonlaması gerçekleşmişti. Genetik mühendislik ve biyoteknolojideki ilerlemeler, hastalık ve soğuğa dayanıklı bitki türleri, daha çok üreyebilen ve gelişkin çiftlik hayvanları üretimine büyük katkıda bulunmuştu. Bitki ve hayvan hücrelerinde yapılan bu genetik değişikliklerin sonuçları olumlu olunca, doğal olarak aynı tekniği insanlarda kullanma fikri doğmuştu. 1993 de, Robert Stillman ve Jerry Hall insan embriyonunu klonlamış ve 6 gün yaşatmayı başarmışlardı. Hâlâ hızla süregiden insan klonlama çalışmalarının dramatik sonuçları yakında bir bomba gibi gündemimize oturabilir. O nedenle insanların bu konuya hazır olmaları gerekmektedir.
- Peki, genetik mühendislik ve yapay zekâ teknolojileri ileriki yüzyıllarda insan doğasını da değiştirebilir mi dersiniz?
- Sorunuza hiç tereddüt etmeden “evet” diyebilirim. Özellikle genetik şifrelerin çözülmesi ve yapay zekâ alanındaki gelişmeler, çok yakın bir zamanda yarısı canlı, yarısı robot yaratıkların ortaya çıkmasına neden olacak, biyolojik bakımdan “kusursuz” diyebileceğimiz insanlar türeyecektir. O nedenle ben bugünün gençlerini bu dört alanda eğitim almaya ve araştırma yapmaya davet etmek istiyorum. 20 yıl sonrasının meslekleri arasında -eminim ki- insan mühendisliği diye bir meslek de yer alacaktır. Bu meslek sahiplerinin doktor olması dahi gerekmeyebilir. Nano teknoloji ve yapay zekâ sayesinde üretilecek mikroçipler, beynimizdeki ve bedenimizdeki bir çok organın ya yerini alacak veya onların daha düzgün çalışmasına yardımcı olacaktır.
Genetik mühendislik şu anda bile insan hayatını kurtarabiliyor ve genetik teşhis sayesinde ölümcül hastalıkları engelleyebiliyor. Şöyle düşünün: Daha geçen yüzyıla kadar ana-babalarının tifo, tüberküloz veya kolera yüzünden hayatını kaybeden çocuklarının ve yakınlarının öldüklerini seyretmekten başka seçenekleri yoktu. Ama bunların aşıları ve ilaçları bulunduktan sonra milyonlarca insan ölümden kurtuldu. Eğer mucize ilaç denen Penisilin bulunduktan sonra onu kullanmasaydık, bu bir insanlık suçu olurdu.
Şimdi de durum aynıdır. Genetik teknoloji sayesinde -belki de çok yakında- kanser ve kalp hastalıkları dahil pek çok hastalık tarihte kalmış olacak. Örneğin yeni bulunan WT1 geni sayesinde kan kanserinin tedavisi yakında mümkün olacaktır. Bu teknolojinin getireceği faydaları bilmeden birtakım yersiz etik tartışmalar yaratmak ve bu çalışmaların önünü tıkamak, bence insanlığın kendi kendisine büyük zararlar vermesi anlamına geliyor. Genetik tartışmalarda sağduyunun galip geleceğine inanıyorum.
Klonlama sayesinde gençlik aşısı gerçek olacak, lâboratuvarda üretilecek sağlıklı organlar sayesinde eskiyen veya hastalanan tüm organlar yenilenebilecek, kısırlık bitecek, plastik veya estetik cerrahiye gerek kalmayacak, bozuk genler değiştirilebilecek ve hastalıkların büyük bir kısmı önlenmiş olacak. Bütün bu nedenler klonlamayı desteklemeye yeter de artar bile.
- Efendim, bu ahlâkî tartışmaların ortaya çıkışını sağlayan birtakım haklı sebepler de var. Sözgelimi, Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton’un 1885 yılında başlattığı Yuceniks (Eugenics) hareketi... Türk kamuoyunda pek de bilinmeyen bu eylemi -yeri gelmişken- anlatır mısınız?
Soruyu söyle de sorabilirim: 2. Dünya Savaşı’na “Kromozom Savaşı” diyen genetikçiler var. Genlerle dünya savaşı arasındaki bağlantıyı izah eder misiniz?
YUCENİKS SUÇLARI
- Galton son derece pratik zekâlı, idealist, hırslı ve agresif biriydi. Tarihin yüzkarası olmuş bir düşünce ve hareket olan Yuceniks’in fikir babası sayılır. Darwin’in “Tabiattaki doğal seleksiyon yüzünden yalnızca güçlü canlılar ayakta kalır ve nesillerini idame ettirirler” saptamasını, Galton, politik bir slogana dönüştürmüştü. Ve insan üzerinde etkili olan doğal seleksiyonun tabiata bırakılmadan insan eliyle uygulanmasını savunmuştur. Akıl hastası, sakat ve güçsüz insanların kısırlaştırılmaları ve nesillerinin tükenmesi için büyük çabalar harcamıştı.
Bu çabalardan sonra İngilizler’in Yuceniks hareketini gizliden gizliye başlattığını öğrenen ve Galton’un fikirlerine hayran olan Karl Pearson da aynı eylemi Almanya’da yaymaya başlamış ve yaptığı üst düzey lobi çalışmalarından sonra, Yuceniks fikrini milliyetçilikle özdeşleştirmeyi başarmıştı. Ve “Eğer Almanya hastalıklı ve şizofrenik vatandaşlarını kısırlaştırırsa, daha sağlıklı bir millet hâline gelir ve her zaman İngiltere’nin önünde olur” fikrini devleti yönetenlere kabul ettirmişti.
- Ben de bu fikrin hızla yayıldığını Pearson’un 1907 yılında Galton’a yazdığı bir mektup sayesinde öğrendim. Mektupta şu ifadeler vardı; “Orta sınıf vatandaşlardan doğan cılız çocuklar için ‘Haa! Demek ki bu Yucenik bir evlilik değildi,’ dendiğini duyuyorum. Genleri sağlıklı insanların evlilikleri tasvip görmeye, diğerlerinki aşağılanmaya başlamış bile.”
- Evet. O tarihte Almanya’daki ekonomik ve sosyal gelişimin “biyolojik gelişimle” bütünleştirilmesi fikri siyasi destek görmüş ve yerleşmişti ama hâlâ teori düzeyinde idi. Pratiğe geçişi bu fikrin Amerika’ya sıçramasından sonra başladı.
Amerikalı Charles Davenport, o yıllarda alkoliklerin, kriminal suç işleyenlerin, bulaşıcı hastalık taşıyanların ve geri zekâlıların evliliklerine yeni bir isim buldu: Discenik...
Davenport çalışmalarını disceniklerin “ekarte edilmeleri” üzerine yoğunlaştırmış ve Amerikan elitlerinin kafasını çelmeyi başarmıştı. Öyle ki, Başkan Roosevelt, “bir gün toplumun dejenere olmasını önlemenin tek yolunun sağlıklı vatandaşların soylarını devam ettirmeleri ve sağlıksızların çocuk yapmamaları olduğunu görecek ve bunu uygulamanın en büyük vatanseverlik olduğunu anlayacağız!” diyebilecek cesareti kendinde bulmuştu.
Discenik fikri o kadar benimsendi ki, 1924 yılında kabul edilen bir kanunla Amerika’ya sadece Anglo-Sakson ırkından gelenler alındı ve diğerlerine göç izni verilmedi. Bu kanun 1964 yılına kadar 40 sene yürürlükte kaldı.
1910 ile 1935 yılları arasında 30 Eyalette son derece üzücü sosyal cinayetler işlendi. Bu 25 yıl içinde 100 bin insanın “beyinsiz” ismi verilerek kısırlaştırıldığı o eyaletlerdeki hastane dosyalarında hâlâ korunmaktadır. Hatta Virginia Eyaleti akıl hastalarını kısırlaştırma kanununu 1970 yılına kadar uyguladı.
Tabiî, “beyinsizleri sterilize et” hareketi diğer ülkelere de sıçradı. İsveç’te 60 bin ve bu fikre çoktan hazırlanmış Almanya’da 400,000 insan kısırlaştırıldı. Bunları Kanada, Norveç, Finlandiya, İzlanda ve Estonya izledi. Kısırlaştırılan insanların sayısı milyonları geçti. Fakat Almanya’ya bu kampanya yeterli gelmedi ve savaşın ilk 18 ayında tam 70 bin kısırlaştırılmış hasta, hastane yataklarını yaralı askerlere tahsis etme bahanesi ile gaz odalarında yakılmaya gönderildi. Bunun arkasından yakılma sırası tüm Yahudi vatandaşlara kadar geldi.
- Fakat bu kısırlaştırma kanunları İngiltere ve Hollanda’da çıkmadı, değil mi?
- Evet, ama şiddetli muhalefet sayesinde çıkarılamadı. Rusya’da da çıkmadı; ama Rus devleti daha ziyade akıllı insanlarını öldürmekle meşgul olduğu için Yuceniks hareketine katılmadı. Üstelik bir kanunun çıkmamış olması, kısırlaştırmaların yapılmadığı anlamına gelmemeli!
İngiltere’deki elitler, Almanya’da başlayan akılsızların kısırlaştırılması ve etnik temizlik hareketinden rahatsız oluyorlardı. Rahatsızlıklarının esas nedeni Almanya’nın gerisinde kalma kaygısıydı.
Darwin’in oğlu Leonard, Yuceniks Derneği’nin müdürlüğüne getirilmişti. Sosyalist veya muhafazakar bir çok yazar ve filozof ile birlikte pek çok bilim adamı ve siyasetçi Yuceniks fikrini destekliyordu. Bernard Show, H.G.Wells ve Winston Churchill bu hareketi savunan yazılar yazıyor ve hararetli söylevler veriyorlardı. Churchill, “beyinsizlerin çoğalmaları ırkımız için en büyük tehlikedir” diyebilecek kadar ileri gitmişti. Oxford profesörlerinin yüzde 65’i bunlara katılıyordu.
Bütün bu desteğe rağmen parlamentoda sağduyu hâkim oldu ve kısırlaştırma kanunu aralıklarla iki kez oylanmasına rağmen geçmedi. Fakat kapalı kapılar ardında sinsice yürütüldü.
İşte, böylesi bir atmosfer içinde başlayan 1930lardaki ekonomik kriz, işsizlik ve toplumsal dejenarasyon Almanya’da Nazi hareketlerinin gelişmesini kolaylaştırdı. Hitler işi Yahudi ırkının yok edilişine ve tüm Avrupa’yı temizleme fikrine kadar götürdü. Hitler’in başarıya ulaşması, İngiltere’yi çok endişelendiriyordu. Ve böylece savaşa katılmak için bir neden daha oluşmuştu. Bazı genetikçilerin bu savı, bugünkü pencereden bakıldığında geçersiz görünebilir fakat o günkü sıcak koşullar ve toplumsal psikoloji içerisine girip düşünürseniz, savaşın nedenlerinden birinin de genetik olduğunu kabullenmeniz o kadar da zor olmayabilir.
- Peki, “Yuceniks hareketi bugün artık apaçık devam ediyor” diyenlere de katılıyor musunuz?
- Evet katılıyorum. Galton’un birçok fikri artık devlet zoruyla değil, bireylerin rızasıyla uygulanıyor. Hamile bir annenin doğuracağı çocuğun sakat ya da tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkla dünyaya geleceğini gören doktorlar, kürtaj önermekte ve seçimi ana-babaya bırakmaktadırlar. Genetik bilimi ilerledikçe, ana rahmindeki çocuğun sağlık durumu daha kolay saptanacak ve belki de anneler geri zekâlı çocuklarını vakit geçmeden aldırma seçimini, daha kolayca ve suçluluk duygusuna kapılmadan yapacaklar. Hatta, 1994 yılında Çin hükümetinin çıkardığı bir kanunla, kürtaj yaptırma seçeneği anneden alınıp doktorlara verilmiştir. Son zamanlarda birden fazla çocuk yapmayı yasaklayan Çin’deki bu tartışmalar tüm dünyaya er veya geç yayılacaktır.
Bence, modern Yuceniks bireylerin kişisel onayları ile gelişecek ve belki de evrensel bir ilke olacaktır.
- Efendim, sanıyorum bunları yaşlandıkça görebileceğiz. Peki, yaşlanmanın nedeni de genetik mi?
Alıntı : Mehmet Sağlam
Merhaba bu yazı bana ait. Lütfen altına adımı ekler misiniz? Teşekkürle, saygıyla... MS
geregi yapıldı arkadaşım