Arama

KALP KRİZLERİ NEDEN ÇOĞALDI?

 

    - Hıım... Az önceki Hemofili örneği, ima ettiğiniz çelişkiyi haklı çıkarmıyor. Öncelikle gelin şu saptamayı yapalım:

     Genler, beynimiz ve gövdemiz birlikte çalışan ve olumlu-olumsuz pek çok dış etkene sürekli olarak maruz kalan bir üçlüdür. Stres denilen etken de negatif bir dış faktördür. Ölümler, yaslar, korkunç bir deneyim, kötü bir haber, itilmişlik duygusu ya da önemli bir sınav gibi... Kısa vadeli stresler, kalbin daha hızlı çalışmasına veya ayakların üşümesine neden olan kandaki Epinefrin ve Norepinefrin hormonlarının çoğalmasını sağlar. Uzun vadeli stresörler ise, yavaş yavaş ama sürekli olarak Kortizol düzeyinin artışına neden olurlar. Kortizol, vücudun savunma sisteminin zayıflamasına yol açar. Çünkü Kortizol, akyuvarların sayısını ve ömrünü azaltırlar. Böylece stres altındaki kişinin, örneğin gribe ya da daha kötü bir rahatsızlığa, hastalığa yakalanma riski artar.

     - Kortizol üreten enzimlerin yapılışını genler emrettiğine göre, bu kötü hastalıkların esas nedeni de genler olmalı, değil mi?

     - Hayır, bu yanılgıya düşmemek gerekir. Genlerin görevi stres ya da hastalık üretmek değildir. Fakat, işin içine giren diğer faktörleri hesaba katmadığınız zaman, sebepler genetik görünebiliyor. Bu diğer faktörlerin başında beyin gelir.

     Üst beyin dışarıdan bir stresör algıladığı zaman, bunu Hipotalamus bölgesine iletir. Uyarılan Hipotalamus, Pituitary bezine sinyaller gönderir ve Kortizol üretmesi için Adrenal bezine emir vermesini ister. İşte ancak bundan sonra Kortizol ürettiren genler açılır ve ribozom çalışmaya koyulur. Gördüğünüz gibi esas neden, stresi algılayan beyindir.

     Fakat diyebilirsiniz ki beyin de bedenin bir parçası olduğu için, sadece sisteme uymak ve bunu yapmak zorunda kalıyor. Bu argüman da geçerlidir. Aslında bedendeki tüm organlar görünmeyen bir sisteme uyarak çalışır. Bu sisteme dış çevre de dahildir. Bu durum bizi çok daha komplike bir canlı yapmaktadır. O bakımdan insan: Psikososyal, nöroimmunolojik bir varlıktır; kısacası sosyobiyolojik bir canlıdır.

     - Kalp krizinden söz edecektik?...

     - Pardon, biraz uzattım galiba. Evet, önce Kolesterol denen o herkesin öcü saydığı kimyasalı ele alalım. Bu suda erimeyen ama yağda eriyen ve mum kıvamında olan organik bileşiğe vücudun ihtiyacı vardır. Vücut bu maddeyi aldığımız şekeri kullanarak yapar. Sonra da kolesterolü kullanarak, çok değerli 5 tür hormon üretir: Testestron, Kortizol, Progesteron, Aldosteron ve Oestradiol. Bu hormonlara topluca Steroitler denir. İşte bu Steroitlerle genler arasında çok sıkı bir münasebet mevcuttur. Örneğin, 10. kromozom üzerinde CYP17 adlı bir gen vardır. Kolesterolü, Steroitlere dönüştüren enzimleri üretme şifresi bu gendedir. Eğer bu gen iyi çalışmazsa ve Testestron hormonu üretilemezse; o insanlar ergenlik çağına giremezler ve erkek çocuğu olarak doğmuş olmalarına rağmen kız çocuğuna benzerler.

     Kortizol üretilmediği zaman da beyin ile beden arasındaki ilişkide büyük aksaklıklar olur ve sağlıklı bir entegrasyon sağlanamaz. Ama kulakların, burnun ve gözlerin duyarlılık oranını da etkileyen Kortizol kanda aşırı dozda bulunursa; bu kez kişi kendini stres altında hisseder ve nedenini de anlayamaz. Kolesterol ile kalp arasındaki ilişkiye geçmeden önce stresle kalp hastalıkları arasındaki ilgiye değinmek istiyorum.

     Stresin kalp krizi yarattığı iddiasından sonra, Londra’daki bakanlıklar semti olan ‘Whitehall’da çalışan 17 bin memur ve bürokrat üzerinde yıllar süren kapsamlı bir araştırma yapıldı (1974). Elde edilen bulgulardan biri çok çarpıcı idi: Kişinin çalıştığı yerdeki hiyerarşi düzeyi; kalp hastalıklarına neden olan faktörlerden şişmanlık, yüksek tansiyon, kolesterol düzeyi ve sigaradan çok daha güçlü bir etken. Bir dairede çalışan odacı ya da temizlikçinin, bir sekreterden 4 kat daha fazla kalp krizi riski taşıdığı saptandı! Hatta kilolu, sigara içen ve yüksek tansiyonu olan bir üst düzey yöneticinin, düşük tansiyonlu, zayıf ve sigara içmeyen bir gece bekçisinden çok daha az risk taşıdığı belirlendi. Yani, düşük rakamlı maaş bordrosuna sahip olmak, işini kaybetme korkusu yaşamak ve emir altında bulunmak kalp hastalıklarının birincil nedeni olarak boy göstermektedir.

     O çalışmadan 21 yıl sonra (1995), benzer bir araştırma bu kez büyük bir şirketin on binlerce işçisi ve yöneticisi arasında yapıldı. Oradan da çıkan sonuç aynı oldu: Dış etkenler ve kendimizi değerlendiriş tarzımız, biyolojik sağlığımız üzerindeki en büyük etkendir!

     Bu bilimsel bulgular, o zamana kadar bilinen tüm biyolojik nedenleri ikinci plâna itti ve psikolojik faktörleri birinci sıraya oturttu. Son yıllarda kalp krizlerinde bir çoğalma olması ile yaşantımızın çok stresli olması arasındaki bağlantı böylece kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.

     -Pek çok insanın adını bildiği ama neden kötü olduğunu bilmediği Kolesterolün etkisine gelelim isterseniz. Gerçi stres birinci basamağı aldı ama Kolesterol da yabana atılacak bir neden değildir herhalde?

Benzer Yazılar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yaz...

İsim :