Arama

KOLEKTİF  BİLİNÇ

 

     -“Consciousness” kelimesi İngilizcede farkındalık anlamına gelir; fakat bu kelime Türkçeye “bilmek” mastarından türetilen “bilinç” şeklinde çevrildiği için içeriği yanlış anlaşılmıştır. Çoğu kez, akıl, mantık veya uyanık olmak anlamaları yüklenerek de kullanılmaktadır. Oysa “consciousness” farkına varmak kökünden türetilmeli ve farkındalık olarak tercüme edilmeliydi. Bayılan bir insan bilgilerini mi kaybeder, farkındalık hâlini mi? Ne yazık ki bilinç sözcüğü artık dilimize iyice yerleşmiş olduğu için yapacak fazlaca bir şey yoktur. Önemli olan bunu farkındalık anlamında kullanmaktır.

     Bilinç konusu sizin gibi düşünen insanların tümünü hayrete düşüren bir olgu... Yüzyıllardır yapılan bilimsel çalışmaların ve üretilen felsefelerin hiçbiri “Bilinç nedir, nerededir ve nasıl oluşmaktadır?” sorusuna kesin ve kalıcı bir yanıt getirememiştir. Çünkü sadece etten, kemikten, kandan ve sudan oluşan insan vücudunun olağanüstü işler becerebilen bir farkındalığa sahip olması sorunu insanoğlunun karşılaştığı en zor problemlerden birisidir.

     Bu probleme ek olarak; bilinç hakkında yapılan felsefî ve bilimsel çalışmalardan çıkan elastiki sonuçlar ise bizleri daha büyük bir açmaza sürüklemektedir. Kitlelere ulaşan her yeni fikir veya deney sonucu, zihinlerde yepyeni pencereler açtığı için hangi pencereden, nereye bakacağımızı bilememekteyiz.       

     Bence, en büyük yanlışlığı tek bir “hayalet” aramakla yapıyoruz. Yani bakış açımız hatalı.

     İzin verirseniz, bilincin tanımı ile başlayarak, bu bulanık suyu biraz berraklaştırmaya çalışayım... Bilinç: Bir petek gibi binlerce minik gözün birleşmesiyle ortaya çıkan, görme duyusuna benzeyen bir “Kolektif Farkındalık” hâlidir.

     - Sizden apaçık yanıtlar almadan buradan gitmeye niyetim yok efendim; biraz daha açar mısınız bu tanımı?

     - Öyleyse, gelin sizinle kısa bir sanal yolculuk yaparak, pencereden görünen şu doğum hastanesine gidelim. Orada beş duyusu olmayan ve görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma özürlü bir bebek doğmuş olsun. Şimdi söyleyin bana: Bu bebeğin bir farkındalık hâli var mıdır, yok mudur?

     - Olması gerekir... Çünkü o bebek ağlıyor, süt istiyor ve elini kolunu hareket ettiriyor olacak.

     - Doğru düşündünüz. Her insan ya da her canlı temel ve “ham” bir bilinçle dünyaya gelir. Burada kullandığım “ham” sözcüğüne dikkatinizi çekmek isterim. Bu sözcük, bilinci irdelerken onun farkındalık düzeyini belirleyen etkenleri açıklamada çok işe yarayacaktır.

     Bir başka tanımla Bilinç; beş duyu organı ve diğer yetilerimiz sayesinde, iç ve dış dünyamızda görünen ve görünmeyen pek çok şeyin farkına varmamıza olanak veren; öğrenmemize, çevreyle iletişim kurmamıza ve iş görebilmemize imkân tanıyan ve canlı birer varlık olarak yaşamamızı sağlayan, akıllı bir kolektif enerji türüdür. Bilinci üç ayrı kategoride değerlendirmeyi yeğliyorum:                                                                                          

     Biyolojik Bilinç, Sosyal Bilinç ve Kozmik Bilinç...

     Bedenimizi bir arabaya, bilincimizi de arabanın şoförüne benzetirsek; insan olarak hem araba, hem de arabanın sahibi ve şoförü durumunda olduğumuzu görebiliriz. Fakat arabaya sahip olurken hem bir seçme hakkımız olmamıştır, hem de zaten bir bedel ödememişizdir. Doğuştan bize hangi temel ve ham bilinç verilmişse, onu kullanıyor, onun bakım ve temizliğini yapıyor, onu geliştiriyor ve onun sayesinde varmak istediğimiz hedeflere doğru ilerliyoruz.

     Arabanın rengi, şekli, hızı ve parçalarının kalitesi, şoförün (bilincin) hem güven içinde yol almasını, hem de varacağı yere kolayca ulaşmasını sağlıyor. Araba arıza verdiğinde, şoför durduğu yerde kalakalıyor; iş göremez duruma düştüğünde ise bir mezarlığa törenlerle ve gözyaşları ile gömülüyor. Geriye sadece şoförün eşyaları, yapıtları ve anıları kalıyor. Görüldüğü gibi; araba (beden) şoförsüz (bilinçsiz) bir işe yaramadığı gibi, şoför de arabasız var olamıyor.

     Şoför arabasını nasıl kullanacağını -birkaç temel manevra dışında doğarken bilemiyor ve iyi bir sürücü olması uzun ve zahmetli bir eğitim sürecinden sonra ancak kısmen gerçekleşiyor. Kaldı ki arabasının parçalarını (organları) ve çalışma sistemini öğrenebilmesi bile bir ömür boyu sürebiliyor. Dünyada böbreklerinin nerede olduğunu bilmeyen 900 milyon insan varmış. Bence, beynini tanımayanların sayısı 5 milyardan fazladır.

     Bir okyanus kaplumbağasının kuma gömdüğü yumurtalarından çıkan yavrularının vakit geçirmeden denize yönelmesi ve yüzebilmesi kadar bilinçli olmasa bile, insan yavrularının da doğuştan gelen içgüdüsel bazı yetenekleri vardır: Ağlayabilmek, süt emmesini bilmek ve anne kokusunu tanımayı hemen öğrenmek gibi... Yüz binlerce yıllık evrim sonucu genetik yapıya yerleşmiş bu yetenekler, beyindeki sinir hücrelerinin işlevleri sonucunda kendilerini gösterir ve bebeğin yaşaması için gerekli fizyolojik faaliyetleri kontrol ederler.

     Buradan anlaşılıyor ki: Acemi şoför (üst bilinç) daha arabasını kullanmayı öğrenmeden önce, ona yardımcı olan bir usta şoför (alt bilinç) var. Fakat “Serebral Korteks” veya Beyin Kabuğu denen ve beynin üst tabakasını oluşturan o ince bölümün altında kalan kalınca tabakanın tam olarak ne işler becerdiği, henüz tıp ve diğer bilim dallarınca bile tam anlamıyla bilinemiyor. Beynin yüzde 72’si olan alt beyinde olup bitenleri ortaya çıkarmak, kendimizi daha yakından tanımak ve evrimsel tarihçemizi öğrenmek adına büyük birer adım olacaktır. Belki de, alt beyni iyi tanımadığımız için bilinci anlamakta güçlük çekiyoruz.

     Beyne bu özellikleri kazandıran kaynak hücrelerimizdeki genetik şifrelerdir. Cansız atomlardan yapılmış DNA moleküllerini oluşturan genler, vücudumuzdaki tüm dokuları ve sistemleri üretme bilgisini taşırlar. Bu sistematik bilgilerin işe yaraması için genlerin canlı ve “bilinçli” olması gerekir. İşte ben buna Biyolojik Bilinç diyorum.

     Fakat tüm beceri ve yeteneklerine rağmen; Biyolojik Bilinç tek başına fazlaca bir işe yaramaz; üç aylık bir bebekten çok fazla bir şey beklenemeyeceği gibi... Bebeğin Biyolojik Bilinç’ini iş gören ve üretim yapan bir sisteme entegre edecek olan bir başka dış etkene gereksinim vardır. O da Sosyal Bilinç’tir. Sosyal Bilinç olmadan bebeğin Biyolojik Bilinç’i onu toplumsallaştıramaz ve olgunlaştıramaz. Yani kişilik oluşumundaki en etkin faktör toplumdur, uzak ve yakın dış çevredir.

     Ulaşılan olgunluğun, kişiyi evrensel, yaratıcı ve eşsiz kılması için de Kolektif Bilinç’i tamamlayan üçüncü bir kaynağa gerek vardır. O da Kozmik Bilinç’tir. Bu kaynağı kullanamayan bir bilinç, tek gözlü, yetersiz bir bilince sahip demektir.  

     Bunları formülize ederek şöylece özetlemek istiyorum:

     Kolektif Bilinç denilen olgu: Biyolojik Bilinç, Sosyal Bilinç ve Kozmik Bilinç toplamının artısıdır. O nedenle, insan; sosyobiyolojik ve kozmik bir canlıdır. Yıldız tozlarından yapılmış; fakat capcanlı, ruh sahibi ve düşünebilen bir varlık...

 

Benzer Yazılar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yaz...

İsim :