Artıların Sırrı
ARTILARIN SIRRI
-İşte, belki de anlayamadığımız tüm fenomenlerin sırrı bu artı sözcüğünde saklıdır. Bakınız, Türk kültürünün en görkemli müzesi atasözlerimizdir. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” özdeyişi, bu gizeme en yalın biçimde işaret etmektedir: Bir bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından fazladır.
İki eli matematiksel olarak, ( 1 el + 1 el = 2 el ) şeklinde ifade eder ve bunu doğru kabul ederiz. Oysa, bu denklem ( 1 + 1 = 2+ ) şeklinde olmalıdır. Zira, iki elin toplamı fazladan bir de alkış sesi ortaya çıkarır. Bu ses, bir elde mevcut değildir; ama sayı iki olunca, bir “artı değer” olarak ortaya çıkar.
Şu üç sembole dikkat ediniz:
1) Kavis )
2) Daire
3) İki nokta . .
Bunları isimlendirmişiz, tanıyoruz ve kullanıyoruz. Fakat bu üç ayrı sembol biraraya geldiğinde ortaya kendiliğinden artı bir değer çıkacaktır: Bir yüz resmi...
Buradaki artı değer; sadece bir insan kafası değil, aynı zamanda o insanın duygusal hâli, yani gülümsüyor olmasıdır.
Bunun gibi; 64 parça enstrümandan oluşmuş ve diyelim ki Beethoven’in dokuzuncu senfonisini çalan bir orkestranın hiçbir aletinde o senfoni mevcut olmadığı hâlde; 64 parça alet ruhumuzu okşayan bir müzik parçasını bir artı değer olarak ortaya çıkarır.
Bir başka önemli örnek daha vermek isterim.
Evrenin ve maddenin var olmasını sağlayan dört çeşit güç vardır:
- Kuvvetli Güç (Strong Force); atom çekirdeğindeki kuarkları birlikte tutan güç,
- Zayıf Güç (Weak Force); atom çekirdeğini birlikte tutan ve radyoaktiviteyi sağlayan güç,
- Elektromanyetik Güç (Electromagnetism); elektronları atomlara ve atomları atomlara bağlayan güç,
- Yerçekimi Gücü (Gravity); kütle hâlindeki atomları birbirine bağlayan güç.
Bu güçler -bir kuvvetli yapıştırıcı gibi- parçacıkları ve atomları birbirine bağlayarak, içinde yaşadığımız evrenin ve bizim var olmamızı sağlarlar.
Bunlardan yerçekiminin nasıl oluştuğunu bilim henüz çözmüş değil; ama bu gücün artı bir değer olduğunu biliyoruz.
Şöyle bir örnek verelim: İstanbul’un üstünden uçakla geçerken dışarı bir elma atsanız; elma yere düşer. Fakat İstanbul’u tüm ilçeleri ile birlikte oyup, uzaya çıkarır ve bir uzay aracından üstüne bir elma bırakırsanız, elma havada asılı kalır İstanbul’a düşmez. Çünkü uzayda yerçekimi yoktur ve İstanbul kentini üstünde tutan kara parçası, yerçekimi kazanacak kadar yeterli kütleye sahip değildir. Fiziğe göre; bir kütlenin yerçekimine kavuşması, ancak 200 kilometre çapında bir kara parçasına dönüştüğü zaman mümkün olmaktadır. Yani, biraraya gelen atom ve moleküller, kritik kütle denen büyüklüğe ulaşınca, ânîden bir fazlalık olarak yerçekimine sahip oluyorlar. O hâlde: Marmara Bölgesini uzaya çıkarırsanız, yerçekimine yine sahip olur ve elmayı kendine çeker. Bu fazlalık, iki elin sesi gibi bir artı değerdir.
Buna ilave olarak, Marmara bölgesi uzayda öylece durmaz, küresel bir şekil almaya başlar. Küreselleştikten sonra da kendi ekseni etrafında dönmeye başlar. Bu sebepten dolayı uzaydaki tüm büyük kütleler küre şeklindedir ve dönerler. Bu da artı bir değerdir. Demek ki çoklukta eşitlik bozuluyor.
Buradan çıkarılacak önemli dersler ve yorumlar vardır.
İşte ben, nasıl oluştuğu henüz bilinmeyen ve bilimin en büyük bulmacalarından biri olan bilincin, böyle bir artı değer olduğu inancındayım. Böylesine karmaşık ve 100 milyar hücreden oluşan bir beyne, embriyon döneminden ölüme kadar sürekli atan bir kalbe, trilyonlarca hücreden yapılmış ama sadece maddeden ibaret olan bir vücuda ve bunlara can veren bir ruha sahip olan insanın artı değeri ise; bilinç denen Kolektif Farkındalık’tır.
- Efendim, isterseniz 3 gruba ayırdığınız Kolektif Bilinç’in önce biyolojik kısmını irdeleyelim. Biyolojik Bilinç’i biraz daha açar mısınız?